Halkımızı Katleden Egemenlerin Karşısında Duran Cüretimiz, İnancımız, Sınıf Kinimiz Ve Halk Sevgimiz Var!
Newroz İsyandır, İsyanı Büyütüyoruz!
Sınıflar
savaşımının tarihi kölelerle köle sahipleri, serflerle toprak ağaları,
işçilerle patronlar, halklarla emperyalistler arasında çok kanlı, uzun süren
bir savaşımın tarihidir.
Evrende mavi bir boncuk gibi güneşin etrafında
380 km hızla dönen dünyamızın varoluşundan bugüne 8 ile 12 milyar yıl arasında
zamanın geçtiği söylenmektedir. İnsanlık ayaklarının ve ellerinin üzerinde
emeklemekten iki ayağının üzerinde doğruluncaya kadar geçen zaman yaklaşık 4
milyon yıl olarak tahmin edilmektedir. Anaerkil komünal toplumdan sonra sınıflı
toplumlara geçen insanlığın o günden bugüne tarihi oldukça kanlıdır. Dünya
kabuğunun toprakları insan kanıyla sulanmış; nehirleri, denizleri kızıla
boyanmıştır. Bu kan, insanlığın egemenleri ortadan kaldırıncaya kadar tüm
insanlığın eşit koşullarda yaşamı sürdürebileceği düzeni kuruncaya dek akmaya
devam edecek. Savaş güçlüyle zayıfın, haklıyla haksızın, işçiyle patronun,
halklarla egemenlerin arasında acımasızca sürüyor. Halkların kanı akmaya devam
ediyor. Tarih boyunca halkların kanının bu kadar çok akmasının tek bir nedeni
vardır. Dünya halkları örgütsüz; çürümüş kokuşmuş emperyalist kapitalist
düzenin sahipleri ise örgütlüdür.
Kawa,
Dehak’a karşı zaferini halkın ihtiyacı olan adaleti örgütleyerek kazanmıştır.
Dünya halklarının umudu, ateşi tanrılardan çalan Prometheus’un ateşi kadar
büyük ve gerçektir. Kawa, körüğün başına geçtiğinde; nasırlı büyük elleriyle
ateşte ısıttığı demiri tutan maşayı sıkıca kavradığında; çekici tutan kolunu
havaya kaldırdığında ve damarlı elleriyle kızgın demiri dövmeye başladığında
düşündü: “Her şeyi yaratan ve var eden
çeliği topraktan ayrıştırıp keskin bir silah haline getiren bizsek, kendi
bencil yaşamı sürsün diye çocuklarımızı öldüren bir zorbaya neden katlanıyoruz.
Bu büyük acıları biz neden yaşıyoruz.” Kawa’nın bir eliyle çektiği körükten
parlayan ateşten, ateşe koyduğu demirden, elinde tuttuğu maşadan, nasırlı ve
damarlı ellerine akan sıcaklıkla düşündü: “Var
eden, yaratan ve doğuran biziz. O zaman onuru kırılan, acıları yaşayan, yokluk
ve işkence gören yine neden biz oluyoruz. Bu düzen değişecek. Dehak
cezalandırılacak, gencecik çocuklar yaşayacak, anneler ve babalar kanlı
gözyaşlarıyla bir daha ağlamayacak.” Kawa örsünün üzerinde çekiciyle
dövdüğü her demir parçasına böyle baktı. En iyi elinde tuttuğu çekici
kullanıyordu, silahı o olacaktı. Halka anlattığı buydu. Körük, kömür, ateş,
kızgın demir, su, yeniden ateş, yeniden örs ve çekiç. Kavga büyüdü. Dehak
cezalandırıldı. Yaşam yeniden başladı. Toprak ısındı. Tohum çatladı. Çocuklar
elmayı alnından ısırıp, üzümü salkımından koparıp birbirlerine uzattılar.
Sınıflar
tarihinin kavgası o günden sonra halklar adına daha değerli, kazanılacak
zaferler adına ödenecek bedeller daha fedakârca oldu. Anadolu topraklarında
ezilenlerle egemenler arasında süren kavga bu nedenle çok daha güçlü, daha
acımasız ve her seferinde ölümüne bir kararlılıkla sürdü. Ortadoğu’dan
Anadolu’ya, Ege kıyılarından İtalya’ya bir kürekçi olarak geçen Spartaküs
egemenlere baş kaldırıp köleci düzenin ortadan kaldırılmasının ilk ateşini
yakmıştı. Romalı egemenler, köle isyanlarına karşı verdikleri savaşın birinde
Spartaküs’ü öldürdüler fakat köleci sistemin yıkılmasını engelleyemediler.
Çünkü tarihin tekerleği hep ileriye döner, eski hep yeniyi doğurur, gelecek hep
yeninin ve doğrunun olur. İnsanlık değerleri uğruna mücadelede ödenen bedeller,
insanlığın gelişiminin üzerinde durduğu köşe taşlarıdır ve bu taşlar Anadolu
topraklarında bize her anımızda yol gösterir. Baba İshak, Şeyh Bedreddin, Pir
Sultan Abdal, Dadaloğlu, Köroğlu, Şahin Bey, Şerife Bacı, Mustafa Suphi ve
yoldaşları ile Anadolu topraklarında insanlığın emek ve özgürlük kavgası
bedeller ödenerek sürdürüldü. Karl Marx’ın sosyalizm fikriyle dünyaya hediye
ettiği insanca bir yaşamın olabileceğini anlayan ve kavrayan dünya halklarının
artık bir pusulası vardı. Bu pusulayı Sovyetler Birliği’nde 1917’de Lenin takip
etmiş Ekim Devrimi’ni yaratmıştı. Küba’da Fidel ve Che, Çin’de Mao, Vietnam’da
Ho Chi Minh, dünya halklarına sosyalizmi büyük savaşlar ve ödenen milyonlarca
bedel uğruna yaratmıştı. Artık bu kavgada, bu savaşta ödenecek bedel insan
kanıyla canıyla cüreti ve cesaretiyle var olmuştu ve bundan sosyalizme inanan
ve mücadele edenler çekinmiyor, korkmuyor ve kaçmıyordu. Bolivya’da Che
kuşatılıp yakalandığında onu öldürmeye gelen ve karşısında elinde silahıyla
korkudan titreyen subaya “kaldır
silahını alçak, altı üstü bir adam öldüreceksin.” demişti. Mahir ise
Kızıldere’de teslim ol diye bağıran işbirlikçi uşaklara “biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik.” diye haykırmıştı.
Mahir’in de Che’nin de cümleleri özünde aynıydı, dünya halklarına mücadeleyi ve
umudu bırakıyorlardı. Dünya halklarının ve sosyalizmin düşmanları o gün Che’yi
öldürdüklerinde de 30 Mart 1972’de Mahir’i Kızıldere’de öldürdüklerinde de çok
sevinmişlerdi. Oysa ne Che’yi ne de Mahir’i öldürebilmişlerdi. Stalin “kişiler, önderler ölürler fakat dünya
halkları ölümsüzdür” sözünü tam da bu nedenle söylemiştir. Halklara umut,
sosyalizm inancıdır. Kavganın inançla tertemiz sürdürülebilmesidir. Kawa
elindeki çekici havaya kaldırdığında kavganın ateşi dağlarda öbek öbek
yandığında ve insanlar toplandıkları bu ateşler etrafında dansa başladığında,
korkan artık halk değildi. Kawa’nın körüğünde yanan ateş, nasırlı ellerinden,
kalın damarlarından dağlarda yanan ateşe oradan da kendi halkının yüreğine
aktığında umut gökteki kutup yıldızı kadar daha görünür, daha parlak ve daha
tutulabilirdi artık. Umudu tutmak, umuda sarılmak ve her şeyi ama en önemlisi
insanı o umudun etrafında toplamak gelecek güzel günlerin çağrısıydı ve o
çağrı, tarihten yankılanan sesle Cengiz Soydaş’a ulaştı. Anadolu topraklarında
21 Mart newrozunda yakılan ateşlerin etrafında halaya duran halklarla, Kawa’nın
yaktığı ateşin etrafında dansa duran halkların inancı ve özlemi aynıydı. Özgür,
onurlu, sömürüsüz bir dünya. Cengiz Soydaş şöyle sesleniyordu: “Tarih ak sayfalarına bir kez daha hücre hücre
ölen özgür tutsakların baş eğmez direnişini yazacak. Tarih bir kez daha son
sözü direnenlerin söylediğine tanıklık edecek. Bu güç bizim. Bu güç
şehitlerimizin. Onlardan öğrendik umudun adını kanla nakış nakış duvarlara
işlemeyi. Onlardan öğrendik ölümü düşmanın elinde bir silah olmaktan çıkarmayı,
ölürken zalimin yüzüne meydan okumayı...” Cengiz Soydaş, Kawa’nın sesini
duyan, yaktığı ateşi kendi ellerinde ve damarlarında hisseden ve o ateşi hep
taşıyan bir geleneğin feda savaşçısıydı. Savaş sürüyor. Halkımızı her fırsatta
katleden egemenlerin karşısında duran bir cüretimiz, bir inancımız, bir sınıf
kinimiz ve bir halk sevgimiz var. Bu sevgi ve kinle dövüşecek, hesap soracağız.
Halkların umudunun yok olmasına asla izin vermeyeceğiz. Tarih ve bilim Kawa’yı
ve ondan sonrakileri, Mahir’i ve Dayı’yı doğrulamıştır. Onlar haklıdırlar ve
kazanacak olan onların mücadelesidir. O mücadeleyi sürdüreceğiz.
Haklı olan biziz!
Biz kazanacağız!
HALK CEPHESİ