Sibel Yalçın Türk milliyetinden. Orta halli bir ailenin kızı
olarak Ankara’da büyüdü. Daha çocuk yaşlarda faşizmin çirkin yüzüyle tanıştı.
14 yaşındaydı. Ağabeyini Ankara işkencecileri gözaltına
almış ve ailesine yakınlarına baskı yapıp teslim almak istiyorlardı. Bu nedenle
kardeşi 14 yaşındaki Sibel’i getirerek ağabeyini teşhis etmesini istediler.
Sibel 14 yaşında ama tecrübeli bir devrimcinin kararlılığı ve olgunluğuyla
“hayır ben bunu tanımıyorum” dedi. Yetinmediler. Devam etti işkenceciler. O gün
anneleri ölmüştü. Ağabeyinin moralini bozmak için Sibel’in yanında “bugün annen
de öldü” dediler. 14 yaşındaki Sibel düşmanın taktiğini anlıyordu. Hayır yalan
söylüyorsunuz, annem sadece hasta dedi. Ağabeyine moral vermek ve “sen diren,
biz seninle birlikteyiz” demek istiyordu. İşkenceciler 14 yaşındaki bu çocuğun
cevaplarından aşağılanmış, çılgına dönmüşlerdi. Sibel, işkence merkezini ve
direnmeyi görmüş ve birdenbire büyümüştü daha 14 yaşında.
O bir devrimciydi artık. Örgütlü olmak, devrim için daha çok
çalışmak hatta herşeyini devrime vermek istiyordu. 1992 Nisanı’nda tanıştı
büyük aile ile. Cesur, düşmana kinle doluydu engin bir halk sevgisi ve genç
yaşına rağmen olgunluğuyla dikkat çekti. 1992’de bir eylemden sonra göz altına
alındı. 15 yaşındaydı. İşkence gördü. Ama o, daha 14 yaşında düşmanlarını
tanımıştı, nasıl direnilmesi gerektiğini görmüştü, 15 yaşında gördüklerini,
öğrendiklerini uygulama sırası ondaydı. Düşmanla dişe diş bir savaşın
sürdürülmesi gerektiğini ve bu savaşta kararsızlığına, uzlaşmacılığa yer
olmadığını biliyordu. Kararlı olan kazanacaktı. Düşman ona saldırdığında o da
saldırdı. Hiçbir kararlarına uymadı. Direndi ve kazandı. Yaşı küçüktü. Ama,
sadece polisin işkencesine direndiğinden dolayı 15 gün gözaltında tutuldu.
İşkenceciler intikam alıyordu. Sibel büyüyordu. Gençti. Teorik olarak birçok
şeyi kavrayamıyordu. Ama devrimciydi. Paylaşımcıydı. Yoldaşlığın ne demek
olduğunu öğrenmişti. Sağduyusu, devrimciliği kavrayış şekli ve yoldaşlık anlayışı
O’nu daha da geliştirdi mücadele içinde. Büyük bir iradeyi, büyük bir ahlakı,
halkımızın en olumlu değerlerini kendisinde toplanmıştı. “Biz Şeyh
Bedrettinlerin, Kaygusuz Abdalların soyundan geliyoruz, On’lar gibi olmalıyız”
diyordu.
Onlar gibi de oldu Sibel. Kaçırılıp kaybedilen yoldaşlarının
hesabını sordu. 9 Haziran günü Şişli’deki DYP İstanbul İl Merkezi’ne kaybedilen
halk çocukları için, devrimciler için bir eylem düzenlendi. Geri çekilirken bir
polis arabasıyla karşılaştılar. Şimdi görevlerinin bir başkası başlıyordu.
Kuşatmayı yarıp savaşçıların güvenliklerini sağlamak, yada bu olamıyorsa, son
kurşununa kadar savaşmak. Böyle öğrenmişlerdi onlar. Savaşçılığı böyle
kavramışlardı.
Sibel diğer ikisine çatışma bölgesinden uzaklaşmalarını,
kendisinin onlara koruyacağını söyledi. “Bu rica değil emirdir. Gideceksiniz”
diyordu. İki gerilla komutanlarının talimatı doğrultusunda farklı bir yöne
uzaklaşırken Sibel okulun alt köşesinde bulunan kırmızı renkli kamyonun
arkasına mevzilenerek beklemeye başladı. “Kamyonun arkasından çıkıp ateş
ediyor, sonra tekrar kamyonun arkasına giriyordu.” Görgü tanıkları böyle
anlatıyordu. Piyalepaşa Bulvarı’ndan yukarıya yüzlerce polis çıkıyordu.
İlköğretim Okulu’nun alt köşesinde mevzilenen komutan Sibel,
diğer yoldaşlarına zaman kazandırmak amacıyla ateş açarak yaklaşan polisleri
durdurdu. Piyalepaşa Bulvarı’ndan Mahmut Şevketpaşa Mahallesi’ne giren ara
sokaklardan yüzlerce polis bölgeye girerken Komutan buradan çatışa çatışa geri
çekilmeye başladı.
Sokaklar onun yabancısı değildi. Bu sokaklardaki halkı
tanıyordu. Sokakları eylemci olarak da tanıyordu. Devrimci olduğundan itibaren
mücadele azmi, coşkusu doruktadır onun ve spreysiz, bildirisiz, bayraksız
dolaştığı tek gün yoktur. Yüzlerce katil sürüsüne karşı tek başına çatışıyordu.
Alt taraftan ve yandan gelen ateşe, geri geri giderken ateş edip karşılık
vererek önce kamyonu, ardından daha yukarıdaki bir beyaz şahin otoyu siper
alarak Yıldırım sokak içine çekildi. Merdivenlerden inerek Yıldırım Sokak
ortalarına gelen Sibel, sokağın alt tarafının da tutulduğunu görünce hemen
oradaki evlerden birine girdi.
3 No’lu bu ev, birazdan gerilla Sibel’in kahramanca
direnişine tanıklık edecekti. Yoldaşlarının koruyucusu Sibel, girdiği evde de
ilk olarak evdekilerin güvenliğini düşünüyordu. Yoldaşlarından hep böyle
görmüştü, halka zarar vermemek gerekiyordu. Çatışmadan zarar görmemeleri için
Sibel tarafından evden çıkarılan kadın ve çocuklar yandaki eve girdiler.
Polisler de evin önüne ulaşmış ve hemen ateş etmeye başlamışlardı.
Polis bir yandan ateş ediyor, bir yandan da “Teslim ol” diye
bağırıyordu. Polis telsizlerinden telaşlı, ve şaşkın anonslar duyuluyordu aynı
anda: “böyle baş edemeyiz, arabalara gidip el bombalarını getirin’ diye
konuşuyorlardı. Korkuyorlardı. Karşılarındaki bir kişiydi ama onların
Devrimcilerle ilk karşılaşmaları değildi bu, tecrübeleri vardı ve bu yüzden
korkuyorlardı. Bir polis sokağın başına gidip ateş ediyor, geri çekiliyor,
arkadan başkaları onun yerine geçiyordu.
- “Halk Kurtuluş Savaşçıları Teslim Olmaz. Siz Teslim Olun”
diyordu onlara. Ve Çiftehavuzlar’ın, Bağcılar’ın geleneğini sürdürerek
haykırıyordu:
- “Ancak Cesetlerimizi Teslim Alabilirsiniz.” Mahalle halkı
an an izliyordu çatışmayı. Her slogan yankılar yaratıyordu yüreklerde.
Şaşkındılar, gencecik bir kızın yüzlerce polise kafa tutmasına ilk kez tanık
oluyorlardı çünkü. Polis çelik yeleklerini giyerek sokağa girdikten sonra silah
sesleri daha da arttı. Bir saattir sürüyordu çatışma. Polisler evin çatısına
çıkarak eve bomba atıyorlardı. İçeriden ses gelmeyince içeriye girdiler. “Asıl
siz teslim olun” haykırışı yankılanıyordu hala sokakta.
Komutan Sibel Yalçın’dı o. Yoldaşları İçin Kendini Feda
Etmekten Çekinmeyen Sibel YALÇIN. Katil Sürüleri Karşısında Tek Başına
Okmeydanı’nı Savaş Alanına Çeviren Sibel YALÇIN Ve Daha 18’inde Toprağa Düşüp
Ölümsüzleşen Sibel YALÇIN