Bilindiği gibi deprem yer kabuğu kırıklarının birbirleri ile
etkileşiminin doğal sonucudur. Yani doğal bir doğa olayıdır. Ama diğer doğa
olaylarında (su taşkınları, sel, heyelan vs.) olduğu gibi bunu da afete hatta
katliama dönüştüren, iktidarların çıkarcı anlayışıdır. Şimdi neden doğu Anadolu
ve kuzey Anadolu fay hattının ölü deniz fay çatlağıyla birleştiği noktada rant
odaklı kentleşmeye müsaade edilmemesi gerektiğini, yapılaşmanın ve kentleşmenin
nasıl ve de nerede olması gerektiğine dair bilimsel ve doğrulanmış verileri
Hatay kent yerleşkesi özelinde birlikte irdeleyelim.
Hatay Kent yerleşkesi Amik ovası üzerinde yer alıyor ve
kentin ortasından Asi nehri geçiyor. 1872 yılında yaşanan depremde Asi nehrinin
yatağının değiştiği, Amik ovasının değişik bölgelerinden deprem nedeniyle su
çıktığı biliniyor. Yani şu an yıkılan kent merkezi aslında milyonlarca yılda
oluşmuş bir graben, yani çöküntü ovası, yani bu alan özetle bir tek tarım için
kullanıldığında azami fayda sağlanacak. Zemin yapısı yamaç birikintilerinden,
alüvyonlardan oluşuyor. Zeminin dikey kesitinin yapısı; büyük oranda kum,
çakıl, kil ve siltten oluşuyor. Yer altı su seviyesi ve mevsimsel değişkenliği
yüksek. Peki ne ifade ediyor bize bu bilimsel zeminsel gerçeklik. Özetle ve
sade bir ifadeyle, yapılaşmaya hele hele çarpık, yüksek katlı ve denetimsiz
yapılaşmaya uygun değilim diyor. Üstümde ağır kütleleri taşıyacak gücüm,
takatim yok, işlersen o nasırlı namuslu ellerinle bire bin veririm diyor. Aşık
Veysel’in ifadesiyle sadık yârin olurum diyor. Peki bugünün Hatay gerçekliğini
yaratan zihniyetlerin, iktidarların değişmeyen yaklaşımı ve de de sonuçları ne
ona bakalım biraz. Yukarıda da değindiğimiz gibi Şehrin büyük bir kısmı tüm
Amik ovasının üzerine kurulu. Neden ova üzerine şehir kurulur peki? Gerek
Yıllar içerisinde, tarımın bilinçli olarak bitirilmesi, gerekse de kent
ölçeğinde bir yapılaşmanın dağlık yüksek alanlarda yapılmasındaki güçlük,
yüksek maliyet ve sonrasında ortaya çıkan kentsel rant, bire bin verecek
potansiyele sahip Amik ovasının bugünkü gerçekliğinin yaratıcısı oldu.
Özellikle kentsel rant potansiyeli ülkemizdeki işbirlikçi burjuvazinin iştahını
kabarttığı ölçüde gözünü karartmasına da yol açmış olup, netice itibariyle
tekrar bir afetin yaratıcısı olmuştur. Kent yerleşkesinin oluşumu bu eksende
gerçekleştiğinden hem zeminsel veriler hem de fen ve sanat kuralları, kanunlar,
mevzuatlar bu uğurda feda edilmiş ve mevcut yapı stoğu bir katliam aracına dönmüştür.
Tüm bu etkenler üst üste bindiğinde enkazın altında kalan yine yoksul halk
tabakaları olmuştur.
Bu rant temeline oturan anlayış, yapılaşma sürecinin her
aşamasında bilinçli bir tercih olarak yanlış kararlar vermeye devam etmiştir.
Gerek kentsel planlama ilkelerine, imar mevzuatlarına ve gerekse de yapılaşma
tekniklerine uyulmamış, kontrolsüz ve denetimsiz bir alan yaratılarak
mevcuttaki -ki büyük çoğunluğu artık enkaz- kentsel yapı stoğu oluşturulmuştur.
Can ve mal güvenliğinin göz ardı edildiği bu anlayış ve yapılaşma yüzünden şu
an açıklanan resmi verilere göre bile on binlerce insanımız canından,
sevdiklerinden, sağlığından, geleceğinden ve malından olmuş, şehir neredeyse
bir bütün olarak yok olmuştur.
Yukarıda bahsettiğimiz anlayış ve nedenler temel olmak
üzere, yaşadığımız afetin büyüklüğüne tesir eden kentleşme ve yapılaşma
ilkeleri nezdinde yapılan yanlış, hatalı ve eksik imalatlara teknik
gözlemlerimizi halkımızla paylaşmak temel ahlaki sorumluluğumuz olup şöyle
listelenebilir;
-Kentin tarımsal alanda inşa edilmiş olması, dolayısıyla
yapılaşmaya uygun olmayan zeminin deprem anında sıvılaşması (zemin verilerinin
göz ardı edilmiş olması)
-İmar mevzuatına ve kanunlara, ilgili mevzuata uyulmaması
- Plansız projesiz yapılaşma, bina taşıyıcı unsurlarının
(strüktürünün) yanlış seçimi ve yerleşimi
- Yanlış temel seçimi
- Zemin iyileştirmesinin yapılmamış olması
- Yüksek katlı yapılaşmanın tercih edilmesi
-Taşıyıcı unsurlarda kullanılan malzemelerin kalitesizliği;
yerinde yaptığımız tespitlerde son birkaç yılda yapılan binaların bile beton
kalitesinin çok düşük olduğu, yapıda kullanılan donatılarda yer yer aşırı
korozyon oluştuğuydu.
-Kontrolsüz ve denetimsiz yapılaşma ve buna bağlı kötü
işçilik; kontrolsüz ve denetimsizlikten kasıt hem kamunun hem de kamu adına
yapıların denetimini sağlaması gereken yapı denetim firmalarının ilgisizliği,
beceriksizliği göz yumması. Bu anlayış beraberinde kötü işçiliği getirmiştir.
Yerinde gözlemlenen işçilik hataları ve anlayışı şöyle sıralanabilir:
-Donatı süreksizliği; taşıyıcı donatı elemanlarının statik
hesaplamalara uygun olmayan biçimlerde kullanılmış olması, eksik bırakılması
veya sonradan donatı elemanı eklenmesi veya çıkarılması,
-Donatı filiz boyunun çok kısa bırakılması dolaysıyla
donatıların birlikte çalışmaması
-Donatıda aşırı korozyon
-Özellikle Kolon kiriş birleşimlerinde bulunması gereken
etriye sıklaştırma işleminin yapılmamış olması veya hiç etriye konulmamış
olması, deprem çirozlarının kullanılmaması
-Yatay donatıların ve döşeme ile kirişte olması gereken pilyelerin
ya eksik kullanılması ya da hiç konmamış olması
-Birleşim noktalarında donatı başlarındaki gönyenin
yapılmamış olması,
-Yapıların dış cephelerindeki konsol boylarının uygunsuz
olması,
-Dış ve iç duvarların birleşme detaylarının tekniğe uygun
yapılmamış olması,
-Duvarların taşıyıcı unsurlarla birleştiği noktalarda
duvarla taşıyıcı unsurun birlikte hareket etmesini sağlayacak kamalama, L
profille duvarı taşıyıcıya bağlama, lentolama gibi işlemlerin yapılmamış
olması,
-Birçok yapıda çatının bina taşıyıcılarına bağlanmamış
olması; (birçok binada sarsıntı esnasında çatılar yapıdan bağımsız uçmuş ya da
yıkılmıştı.)
-Beton döküm işleminde hem kolonlarda hem de kirişlerde
soğuk derz oluşumu, (bir kısım yapıda kirişlerde soğuk derz bırakıldığı
gözlemlenmiştir.
-Beton karışımındaki agreganın (kum, çakıl, kırık taş vb.)
gereken granülometride (karışım oranı) olmaması, agreganın ve kumun kirli
olmasından kaynaklı betonda ufalanmalar parçalanmalar görüldü. Zaten enkazların
büyük çoğunluğunun ilk yıkım esnasında kum gibi dağılması büyük oranda bundan
kaynaklanmakta.
-Özellikle ticari kısımlarının, dükkân katlarının bulunduğu
kısımlarda rijit unsurların(duvarların) yerine geniş açıklıkların camekan tarzı
unsurlarla geçilmesi, böylelikle yumuşak kat oluşturulması,
- Taşıyıcı duvarların ya da diğer unsurların kontrolsüz
kesilmesi; perde duvarlara pencere, kapı vb. açıklıklar açılması
Son Söz; yukarıda dilimiz döndüğünce ifade etmeye
çalıştığımız gerçekler, bir tek bizim keşfettiğimiz gerçekler değil. Binlerce
yıldır bilinen ve son süreçte alanında uzman sismolog, deprem uzmanı bilim
insanlarınca da sık sık dile getirilen, uyarılan hatta yer yer çığlığa dönüşen
gerçeklerdir. Yani yaşanacak doğa olayının neticeleri önceden tüm ilgili
kesimler tarafından biliniyordu. Başta iktidar ve uzantıları olmak üzere, tüm
sermaye grupları, ilgili tüm devlet organları, merkezi idare, yerel yönetimler,
sivil toplum kuruluşları, arama kurtarma organları vs. hepsi biliyordu doğru
kentleşmenin gereklerini, ovalarda, fay hatlarında, su toplama alanlarında
yapılaşmaya müsaade edilmemesi gerektiğini, doğru zeminin doğru yerin tüm
unsurlarıyla tespitinden sonra imarla ilgili kanunlara, yönetmeliklere,
mevzuata, fen ve sanat kurallarına uygun doğru teknik, malzeme ve işçilikle,
kamusal denetimle, halkın barınma ihtiyacının ön planda bulundurularak
yapılması gerektiğini. Böyle yapılmamış her kentin halka mezar olduğunu da.
Onların bunu bildiği gibi biz de bu katliamın sorumlularını biliyoruz.
Sorumlular bu süreci yaratanlardır, bu sürece yardımcı olanlardır, göz
yumanlardır, rant umanlardır. Sorumlu bilip susanlardır. Kendi sorumlu
oldukları enkazı imar barışı adı altında halka barınma sorununun çözümü diyerek
siyasi rant devşirenlerdir. Sorumlu onlar, altında kalan bizleriz.
Öncesinde de defalarca söylediğimiz gibi; deprem öldürmez,
sistem öldürür. Tüm halkımızın ortak acısını paylaşıyoruz. Acılarımızı öfkeye,
öfkemizi bilince dönüştüreceğiz. Ve mutlaka soracağız ölülerimizin hesabını.
HALKIN MÜHENDİS MİMARLARI