1 mayıs açıklamalar adana alibeyköy almanya altınşehir amed amerika anadolu anadolu alevi hareketi anadolu federasyonu anadolu kültür merkezi ankara antakya antalya antep anti-emperyalist cephe armutlu armutlu haber ataşehir avcılar avrupa avusturya bağcılar bahçelievler bakırköy basın emekçileri meclisi bayrampaşa belçika belgesel beşiktaş beykoz boğaziçi bulgaristan bursa cephe milisleri çağlayan çanakkale çayan çayan mahallesi çekmece çerkezköy dağevleri denizli dersim dev-genç devrimci alevi hareketi devrimci işçi hareketi dhkc dhkc gerilla direnişler diyarbakır doğançay duyurular dünya düzce elazığ emekli meclisi esenyurt eskişehir festival filistin filmler FOSEM Fransa galatasaray gazi Gebze gençlik gerilla giresun gözaltı grup yorum gülsuyu gülsuyu gülensu gündoğdu hacı ahmet Hacıahmet hacıhüsrev halk bahçesi halk cephesi halk meclisi halkın hukuk bürosu halkın mühendis mimarları hasan ferit gedik hasköy hatay hindistan hollanda Isparta idil halk tiyatrosu idil kültür merkezi ikitelli ingiltere İngiltere istanbul isveç isviçre İsviçre işçi meclisi italya izmir kadıköy kampanyalar kamu emekçileri cephesi karadeniz kartal kazova kazova bülten kınık kıraç kocaeli kore kurslar kuruçeşme küba küçükçekmece kültür sanat kütahya lubnan malatya maltepe Maraş mardin Mektuplarımızla Tecriti Kıralım mersin muğla Muharrem Karataş munzur nurtepe okmeydanı ortaköy ömürtepe örnektepe piknik Polonya radyo röportajlar sakarya samsun sanat meclisi sarıgazi sesli okuma Sevgi Erdoğan Vefa Evi siirt silivri silvan sinop spor suriye sümerler şiir şiirler şişli taksim tavır dergisi TAYAD tekirdağ tiyatro Tokat trabzon tuzla türkiye UTMP videolar wan yalova yenibosna yeşilkent yunanistan yürüyüş dergisi Zürich

Almanya Adalet Bakanlığından Açlık Grevi Direnişçilerinin Taleplerine Cevap- Ve Direnişçilerin Cevabı

129 yasalarına karşı Almanya’da süresiz açlık grevi direnişine başlayan Eda Deniz Haydaroğlu, Ilgın Güler ve Sevil Sevimli Mayıs ayında adalet bakanlığında yazılı bir mektup ile randevu talebinde bulunup direnişlerinin taleplerini göndermişlerdi. Geçtiğimiz haftalarda bunun üzerine adalet bakanlığının bir cevabı geldi.

Adalet Bakanlığı randevu talebine red ettiğini adeta bir öğretmen edasıyla sorumluluğu üstünden atmaya çalıştı. Ama aynı zamanda direnişçilerin tek tek tüm taleplerine ilişkin bir şeyler yazmak zorunda kaldı.

 Adalet Bakanlığın yazdığı ilk cevap şu yöndeydi;

 Sayın Haydaroğlu,
Sayın Güler,
Sayın Sevimli,

17 Mayıs 2023 Tarihli Mektubunuz İçin Teşekkür Ederim.

Öncelikle, Federal Adalet Bakanlığı'nın (BMJ) öncelikli olarak yasama konularıyla ilgilendiğini belirtmek gerekir. Yeni kanun ve yönetmelikler hazırlar ve mevcut kanun ve yönetmeliklerde değişiklik taslakları hazırlar. Buna karşılık, BMJ belirli münferit davalarda hukuki danışmanlık hizmeti veremez. Bu, başta avukatlar olmak üzere hukuki danışmanlık mesleklerine ayrılmıştır.

Mektubunuzda kişisel bir görüşme imkanı talep ettiğiniz için, ne yazık ki size böyle bir görüşme teklif edemiyorum. Ancak sizi genel hatlarıyla aşağıdaki konularda bilgilendirmekten memnuniyet duyarım:

1. Ceza Kanunu'nun (StGB) 129a ve 129b maddelerinin kaldırılması.
Federal Adalet Bakanlığı bu suçların Ceza Kanunu'ndan çıkarılması için herhangi bir neden görmemektedir. Bu hükümlerin amacı, kamu barışı da dahil olmak üzere iç güvenliği ve devlet düzenini korumaktır. Ceza politikası açısından, Ceza Kanunu'nun 129a ve 129b maddeleri terörle ilgili ceza hukuku alanında en sık uygulanan suçlardır. Bu bakımdan, söz konusu hükümler, sınır ötesinde faaliyet gösteren terör örgütlerinin kapsamlı bir şekilde kovuşturulması için vazgeçilmezdir. Hükmün anayasaya uygunluğuna ilişkin olarak, belirlilik şartı, kuvvetler ayrılığı ilkesi veya orantılılık ilkesi bakımından herhangi bir endişe bulunmamaktadır. Bu durum, BM Adalet Divanı'nın Ceza Kanunu'nun 129b (1) maddesinin 3. cümlesi uyarınca kovuşturma izni vermesi bakımından da geçerlidir. Ceza Kanunu'nun 129a ve 129b maddelerine dayanan kovuşturma faaliyetlerinin odak noktası İslami terörizm, yani Suriye ve Irak'taki sözde "İslam Devleti" (İD) eylemleridir.

2 Başsavcının Türkiye ziyaretinin içeriği hakkında bilgi
Başsavcı Dr. Frank'ın 5-7 Temmuz 2022 tarihleri arasında Türkiye'ye gerçekleştirdiği resmi ziyaret sırasında, bireysel ön yargılamalar ve sizin tarafınızdan adı geçen sanıklar hakkında herhangi bir görüşme yapılmamıştır. Dr. Frank ayrıca herhangi bir onur ödülü de almamıştır. "Başsavcı Dr. Peter Frank'ın Türkiye ziyareti ve cezai konularda Alman-Türk işbirliği" hakkında daha fazla bilgi, Federal Hükümet'in DIE LINKE parlamento grubu üyeleri tarafından verilen ve internette yayınlanan küçük çaplı soru önergesine verdiği cevapta bulunabilir.
(Bundestagsdrucksache 20/3182, https://dserver.bundestag.de/btd/20/031/2003182.pdf).


3. Anayasayı Koruma Dairesi'nin raporlarının resmi işlemlerde dikkate alınmaması.
Federal Anayasayı Koruma Yasası'nın (BVerfSchG) 16. maddesinin 2. fıkrasının 1. cümlesi uyarınca, Federal İçişleri Bakanlığı yılda en az bir kez, Federal Anayasayı Koruma Dairesi'nin devletin korunmasıyla ilgili gelişmeler, çabalar ve faaliyetler hakkındaki - özellikle güncel - bulguları hakkında özet bir raporla kamuoyunu bilgilendirir. Raporların diğer makamlar tarafından somut olarak işlenmesi ve kullanılması, kendileri için geçerli olan yasal düzenlemelere uygun olarak ilgili makamların sorumluluğundadır. Raporda yer alan bilgiler nedeniyle bir kişinin hakları ihlal edilirse, bu kişi yasal yollara başvurabilir. Bu durum hem anayasanın korunmasına ilişkin raporda yer alan bir ifade hem de diğer makamlar tarafından rapora dayanılarak alınan kararlar için geçerlidir.

4. dijital dosyaların delil olarak kabul edilmemesi
Dijital delillerin veya elektronik belgelerin kabulü meselesi, Alman ceza muhakemesi hukukunda genel soruşturma görevi ve delillerin değerlendirilmesi çerçevesinde karara bağlanır. Resmi soruşturma görevi (Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (StPO) 244. maddesinin 2. fıkrası) ve delillerin serbestçe değerlendirilmesi (StPO'nun 261. maddesi) ilkeleri geçerlidir. Bu ilkelere göre, davanın hakimi öncelikle tüm aklayıcı ve suçlayıcı olguları resen açıklığa kavuşturmalıdır. Bu olgulara ilişkin delillerin değerlendirilmesi de hakimin asli görevidir. Bu nedenle duruşma hakimi hangi delillerin kabul edileceğine re'sen karar vermeli ve bu çerçevede tüm delillerin kalitesine, yani dijital delillerin kalitesine, doğruluğuna ve gerçekliğine karar vermelidir. Bu çerçevede, ceza yargılamalarında dijital delillerin temelden yasal olarak dışlanması söz konusu değildir.

5. İlker Şahin'e verilen hapis cezasının iptal edilmesi ve oturma izninin yeniden verilmesi.
Federal Almanya Cumhuriyeti'nde adaletin idaresi bağımsız mahkemelerin görevidir (bkz. Anayasa'nın 97 (1) maddesiyle bağlantılı olarak 92. madde) ve bu mahkemeler kanunla bağlıdır (bkz. Anayasa'nın 20 (3) maddesi). Af davaları çerçevesinde, halihazırda yasal etki doğurmuş olan bir karar istisnai olarak değiştirilebilir veya hatta iptal edilebilir. Prensip olarak, bu ancak tüm yasal seçenekler (kanun yolları) tüketildiğinde söz konusu olur; ancak buna ilişkin bir hak yoktur. Yargı yetkisi, temel ceza davasına bağlıdır. İlk aşamada federal mahkemenin mi yoksa eyalet mahkemesinin mi karar verdiğine bağlıdır. Prensip olarak Federal Adalet Bakanlığı af işlemlerini yürütme yetkisine sahip değildir. İlker Şahin'e karşı yukarıda bahsi geçen ceza kararı da burada bilinmemektedir. BMJ ayrıca oturma izni vermekle de sorumlu değildir.

Saygılarımla
Vatandaş Diyaloğunuz Adına

 

 

 

Bunun üzerine direnişçilerin cevabı ise bu oldu;

 

Federal Adalet Bakanı Marco Buschmann'a açık mektup

 

Bay Buschmann,

 

Bakanlığınızın Yurttaş Diyaloğu adına 17 Mayıs 2023 tarihinde görüşme talebimize cevaben bize gönderdiği mektuba yanıt veriyoruz. Hem talebimizin reddedilmesine, hem açlık grevimizin taleplerine verdiğiniz yanıtlara hem de bu yanıtın yazıldığı küstahlığa atıfta bulunmak isteriz.

 

17 Mayıs 2023 tarihinde Bakanlığınıza görüşme çağrısında bulunduğumuz bir mektup gönderdik. Mektubumuzda, 18 Mart 2018 tarihinden bu yana süresiz açlık grevinde olduğumuzu taleplerimizle birlikte dile getirdik. Bu talepleri sizi bilgilendirmek amacıyla sıraladık. Bu taleplerin hiçbiri belirli bir davada hukuki danışmanlıkla ilgili olmayıp, Federal Almanya Cumhuriyeti'nde yaşanan ve esas olarak bakanlığınızın sorumlu olduğu genel adaletsizliklerle ilgilidir. Kısa bir süre önce sizden buna cevaben bir mektup aldık.

 

Daha mektubun başında, sanki mektubumuzun herhangi bir noktasında bundan bahsetmişiz gibi, bakanlığın somut bireysel vakalarda hukuki danışmanlık sağlayamayacağı üstenci bir şekilde belirtilmiş. Açlık grevcileri olarak bakanlıkla bir görüşme yapmak istediğimizi belirttik ve bu amaçla taleplerimizi sıraladık. Böylece siz de görüşmenin olası içeriğini önceden bilme fırsatına sahip olurdunuz. Bu; Deneyimli okuyucular için açıkça anlaşılması gerekirdi. Talebimizin bu kadar açık olmasına rağmen bunu sıradan ve bağlamından kopuk bir cevap ile geçiştirmenizi üstencilik olarak değerlendiriyor ve bu konuda cevap vermek istiyoruz: 

 

Avukat olmadığımız doğru olabilir. Hiçbir zaman bir üniversitede hukuk eğitimi almadık. Bizler Almanya'daki anti-demokratik koşullara ve adaletsizliklere karşı kendimizi ve haklarımızı savunan direnişçileriz. Bugün açlık grevimizle sadece binlerce insanın siyasi adalet talebini değil, aynı zamanda tarihsel olarak geçerli hak ve özgürlükler için hayatlarını tehlikeye atarak mücadele edenlerin geleneğini de temsil ediyoruz. Bu bakımdan sizin öğretilerinize bağlı değiliz. Biz hukuku ve adaleti biliyoruz. Bunları, hitabetinin bozuk olmasına rağmen, halkın temsilcisi olarak Roma egemenlerini yerden yere vuran Cicero'dan biliyoruz. Felsefeyi devrimci bir silaha dönüştüren ve dünyanın ezilen halklar için bir ateş yakan Karl Marx'tan biliyoruz. Aşağılanmış halkları yanına alıp onlarla birlikte sosyalizmi ezilenler için maddi bir umuda dönüştüren Lenin'den biliyoruz. Adalet talebiyle, dünya çapında milyonlarca avukatı harekete geçiren ölüm orucu direnişinde hayatını ortaya koyan avukat Ebru Timtik'ten biliyoruz. Ama aynı zamanda NSDAP üyesi, Adolf Hitler'in avukatı ve Polonya'da binlerce sivilin katili Hans Michael Frank'tan da biliyoruz. Hepsi avukattı.  İşçilerin ve Sömürülenlerin Halk Bildirgesi'nde direnme hakkından söz eden Lenin'in özdeyişini benimsiyoruz. Kapitalist bir sistemde "herkesin kanun önünde eşitliği" bir aldatmacadan ibarettir, bizim asıl bağlı olduğumuz şey direnme hakkıdır. Açlık grevimizle uğruna mücadele ettiğimiz hak ve özgürlüklerin hepsi bu temelde kazanıldı. Hepsi büyük fedakârlıklarla kazanıldı. Bu hak ve özgürlükler bizim geçmişimiz ve bugünümüzdür ve daha fazla uzatılmadan elimizden alınmalarını kabul etmeyeceğiz.

 

Gördüğünüz gibi, bizim farklı bir demokrasi anlayışımız var. Temel demokratik düzen dediğiniz sistem, burjuvazinin diktatörce yönetimidir. Bu düzeni sarsacak tek bir karar bile bu sistemin içinde yer alamaz. Böyle bir sistemin halkın çıkarları doğrultusunda hareket edemeyeceği ortadadır. Farklı demokrasi görüşlerine sahip olsak bile, sizin demokrasi görüşünüz dahilinde, Federal Adalet Bakanı olarak bu sözde demokrasiyi korumak sizin en kişisel görevinizdir. Bunun da "belirli bir davada hukuki danışmanlık" ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu nedenle aşağıda, cevaplarınıza atıfta bulunarak, tüm noktalarda neden yanıldığınızı açıklayacak ve sizinle ya da bakanlığınızın bir temsilcisiyle kişisel bir görüşme talebimizi yineleyeceğiz. 

 

Sorumuza verdiğiniz yanıtın ayrı ayrı noktalarına ilişkin olarak:

 

1. Ceza Kanunu'nun (StGB) 129a ve 129b maddelerinin kaldırılması

 

Bu konuda şunları yazıyorsunuz: "BMJ, bu suçların Ceza Kanunu'ndan çıkarılması için hiçbir neden görmemektedir. Bu hükümlerin amacı, kamu barışı da dahil olmak üzere iç güvenlik ve devlet düzenini korumaktır. Ceza politikası açısından, Ceza Kanunu'nun 129a ve 129b maddeleri terörizmle ilgili ceza hukuku alanında en sık uygulanan suçlardır. Bu bakımdan, söz konusu hükümler, sınır ötesinde faaliyet gösteren terör örgütlerinin kapsamlı bir şekilde kovuşturulması için vazgeçilmezdir. Hükmün anayasaya uygunluğuna ilişkin olarak, belirlilik gerekliliği, kuvvetler ayrılığı ilkesi veya orantılılık ilkesi bakımından herhangi bir endişe bulunmamaktadır. Bu durum, BM Adalet Divanı'nın Ceza Kanunu'nun 129b (1) maddesinin 3. cümlesi uyarınca kovuşturma izni vermesi bakımından da geçerlidir. Ceza Kanunu'nun 129a ve 129b maddelerine dayanarak yürütülen kovuşturma faaliyetlerinin odak noktası İslami terörizm, yani Suriye ve Irak'taki sözde "İslam Devleti" (İŞİD) eylemleridir."

 

-Ceza Kanunu'nun 129b maddesinin amacı "insan onuruna saygılı bir devlet düzeninin temel değerlerini" ve "halkların barış içinde bir arada yaşamasını" korumaktır. Koruma kapsamının bu kısmını atlasanız bile, yine de özellikle önemlidir çünkü şu anda devam etmekte olan 129b yargılamalarında, bu yasa tarafından korunacak olan çoğunlukla Türkiye Cumhuriyeti'dir. Yani, binlerce ağır hasta tutuklunun tıbbi tedavi hakkının gaspedildiği, Ayten Öztürk gibi insanların aylarca gizli işkence merkezlerinde tutulduğu, dünyada açık ara en fazla toplu mezarın bulunduğu, savcıların ve hakimlerin doğrudan hükümetten gelen emirlerle hareket ettiği, çocukların güvenlik güçleri tarafından düzenli olarak infaz edildiği, sadece bir görüşün ifade edilmesinin bile birkaç yıl hapis cezasına yol açtığı ve akademisyenlerin, gazetecilerin, milletvekillerinin, öğrencilerin ve binlerce kişinin hapsedildiği ülke. Böyle bir devletin "insan onuruna" nasıl saygı duyduğunu bize açıklamanızı talep ediyoruz. Konu iç güvenlikle ilgili olsa bile, Türkiye'ye atıfta bulunan 129b yargılamalarının ne ölçüde iç güvenlikle ilgili olduğunu bilmek istiyoruz, zira bu yargılamaların neredeyse tamamı kendi başlarına ele alındığında demokratik kanaat oluşumuna ait olan ve cezai suç teşkil etmeyen suçlamalarla ilgilidir. 

 

§§ 129a, 129b StGB'nin terörizm ceza hukuku alanında en sık uygulanan suçlar arasında yer alması bir argüman değildir. En azından bu kanunu ortadan kaldırmak için hiçbir neden olmaması gerektiğine dair bir argüman değildir. Komiser Emri, resmi adıyla Siyasi Komiserlere Uygulanacak Muameleye İlişkin Kılavuz, 1941 yılında Alman Doğu Cephesi'nde en sık uygulanan emirlerden biriydi, ancak sık uygulanması bugün hala doğruluğu için bir argüman değildir. Bu nedenle, Nazilerin komünistlere karşı mücadelesi sırasında, §§ 129a, 129b StGB'nin öncülleri olan vatana ihanet veya devlete ihanet suçu en sık kullanılan suçtu. Ona rağmen, paylaşım savaşın sona ermesinden sonra Müttefikler tarafından yasadan çıkarılmıştır. 

 

-Sizin tarafınızdan "sınır ötesi faaliyet gösteren terör örgütlerinin kapsamlı bir şekilde kovuşturulmasına yönelik hükümler" olarak adlandırılan StGB'nin 129a, 129b maddeleri, birçok hukukçu ve milletvekilinin görüşüne göre, Alman ceza hukukunun terörle aktif bir şekilde mücadele edebilmek için elinde yeterince araç bulunduğundan, açıkça vazgeçilmez değil, aksine tartışmalıdır. Yaygın görüşe göre, Alman Ceza Kanunu'nun (StGB) 129a, 129b maddeleri, siyasi muhaliflere keyfi zulüm yapılmasına kapı açan kamu yararına yönelik paragraflardır.

 

-Federal Adalet Bakanlığı'nın kuvvetler ayrılığı ilkesine ilişkin herhangi bir çekincesinin bulunmaması ya kanun metnini ya da kuvvetler ayrılığı ilkesini bilmemesinden ya da bu ilkeyi aktif olarak göz ardı etmesinden kaynaklanmaktadır. Zira Ceza Kanunu'nun 129b maddesi, bu kanun uyarınca kovuşturmanın ancak Federal Adalet Bakanı'nın emriyle yapılabileceğini açıkça belirtmektedir. Bu da federal hükümetin yargıya hangi davalara bakıp bakamayacağını aktif bir şekilde dikte ettiği anlamına gelmektedir. Bu durumla ilgili olarak, Federal Adalet Bakanı olarak görevde bulunduğunuz süre zarfında başlatılan tüm 129b davalarından şahsen sorumlusunuz. 

 

-StGB §§ 129a, 129b'nin İslami terörizme odaklandığı iddiasını doğru bulmuyoruz. 129b değişikliğinin ABD'nin daha sıkı terörle mücadele yasaları talebi üzerine ortaya çıktığı ve NATO'nun 11 Eylül 2001'den sonra İslam ülkelerine karşı dünya çapında başlattığı haçlı seferi sırasında uygulamaya konulduğu doğrudur. Ancak ilk 129b davası 2008 yılında Türkiye'den sosyalistlere karşı açılan bir DHKP-C davasıydı. Sonraki yıllarda da El-Kaide davaları olmadı ama DHKP-C davaları artarak devam etti. İŞİŞ'e gelince, İŞİD'in ABD'nin yalanlar üzerine işgal ettiği, sivilleri öldürdüğü, işkence ettiği ve tecavüz ettiği Irak'ta kurduğu işkence merkezlerinde ortaya çıktığını belirtmek önemlidir. İŞİŞİD, Federal Cumhuriyet ve ABD'nin iki ortağı olan Suudi Arabistan ve Türkiye'den düzenli olarak silah tedarik etti. Yüzlerce İŞİD savaşçısı Türkiye'de tıbbi tedavi ve askeri eğitim aldı. Eylül 2018'de basında Berlin Anayasayı Koruma Dairesi'nin gizli bir ajanının 16 yaşındaki bir gencin İslam Devleti için çalışmak üzere yola çıkmasını organize ettiği iddiası yer aldı. Katil Anis Amri, Breitschildplatz'daki saldırıyı gerçekleştirmesi için başka bir istihbarat muhbiri tarafından teşvik edildi. Tüm bunların bölgeyi askeri üslerle kontrol eden ABD'nin bilgisi ve rızası dışında gerçekleştiğini iddia etmek gülünç olur. Bu arada, hukuk sisteminiz tarafından StGB §§ 129a, 129b ile korunduğu varsayılan Türkiye de yukarıda bahsettiğimiz Türkiye'dir. Bu nedenle, İŞİD'in emperyalist savaşlarınızın doğrudan bir ürünü olduğu ve sizin tarafınızdan aktif olarak inşa edildiği ve desteklendiği söylenebilir. İktidardaki Esad'ı devirmek için, İŞİD'den sonra gelecek her şeye meşruiyet kazandırmak amacıyla, dünya kamuoyunun gözleri önünde hiç rahatsız edilmeden ///kelle kesen, tecavüz eden, katliam yapan/// bir çete sahaya sürüldü. Bugün ABD, İŞİD ile mücadele bahanesiyle ve hepsinden önemlisi uluslararası hukuku ihlal ederek Suriye'nin kuzeyindeki tüm petrol sahalarını işgal etmekte ve Suriye halkından her gün birkaç ton petrol çalmaktadır. Zaman zaman İŞİD'den dönen bazı kişilerin Almanya'da yargılanması ve 3 yıl civarında cezalar alması, asıl hedefin 5 yıldan az hapis cezası almayan Türkiyeli sosyalistler olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

 

2. Sayın Başsavcı'nın Türkiye ziyaretinin içeriği hakkında bilgi

 

Bu bağlamda şunları yazıyorsunuz: "Başsavcı Dr. Frank'ın 5-7 Temmuz 2022 tarihleri arasında Türkiye'ye gerçekleştirdiği iş gezisi kapsamında, bireysel soruşturma süreçleri ve sizin tarafınızdan adı geçen sanıklar hakkında herhangi bir görüşme yapılmamıştır. Dr. Frank ayrıca herhangi bir onur ödülü de almamıştır. "Başsavcı Dr. Peter Frank'ın Türkiye ziyareti ve cezai konularda Alman-Türk işbirliği" hakkında daha fazla bilgi, Federal Hükümet'in DIE LINKE parlamento grubu üyelerinin küçük soru önergesine verdiği ve internette yayınlanan cevabında bulunabilir (Bundestagsdrucksache 20/3182, https://dserver.bundestag.de/btd/20/031/2003182.pdf)."

 

-Türk Dışişleri Bakanlığı, Başsavcı Dr. Frank'ın Türkiye ziyaretinin ardından "terörle mücadelenin" koordinasyonu konusunda görüşmeler yapıldığını yazdı. Ayrıca, Türk yetkililer Sayın Frank ile Türkiye'deki ödül listeleri hakkında konuştuklarını belirttiler (https://odakdergisi2.com/almanyanin-bassavcisi-peter-frank-akpli-erdogan-bozdag-ve-sahin-ile-gorustu-gorusmenin-konusunun-teror-listesi-oldugu-iddia-ediliyor/). Bu ödül listeleri Türkiye'de Yargıtay tarafından yasadışı ilan edilmiş olsa da aktif olarak işletilmeye devam etmektedir. Dolayısıyla, Dr. Peter Frank'ın Türkiye ile Almanya'daki Türkiyeli muhalifler hakkında konuşması, münferit davalarla ilgili olmasa da (her ne kadar aksini varsaysak da) biz de bu tür davalardan bahsetmedik. Türkiye'nin yıllardır Alman makamlarına düzenli olarak isim listeleri verdiği göz önünde bulundurulduğunda (bkz. güncel İsveç sorunu), bu görüşmenin doğrudan Almanya'daki Türkiye kökenli sosyalistlere yönelik 129b davasıyla ilgili olduğu varsayılabilir. Toplantının içeriğinin tam olarak açıklanmasını istiyoruz. Bu Alman halkının da yararınadır. Ayrıca Frank'ın Tayyip Erdoğan ile ne görüştüğü de açıklanmalıdır. Frank'ın bağlı olduğu BMJ bu konuda bir açıklama yapmalıdır.

 

3. Anayasayı Koruma Dairesi'nin raporlarının resmi işlemlerde dikkate alınmaması

 

Bu bağlamda şunları yazıyorsunuz: "Federal Anayasayı Koruma Yasası'nın (BVerfSchG) 16. maddesinin 2. fıkrasının 1. cümlesi uyarınca, Federal İçişleri Bakanlığı yılda en az bir kez, Federal Anayasayı Koruma Dairesi'nin devletin korunmasıyla ilgili gelişmeler, çabalar ve faaliyetler hakkındaki - özellikle güncel - bulguları hakkında özet bir raporla kamuoyunu bilgilendirir. Raporların diğer makamlar tarafından somut olarak işlenmesi ve kullanılması, kendileri için geçerli olan yasal düzenlemelere uygun olarak ilgili makamların sorumluluğundadır. Raporda yer alan bilgiler nedeniyle bir kişinin hakları ihlal edilirse, bu kişi yasal yollara başvurabilir. Bu durum hem anayasanın korunmasına ilişkin raporda yer alan bir ifade hem de diğer makamlar tarafından rapora dayanılarak alınan kararlar için geçerlidir.

 

-Burada da Federal Anayasayı Koruma Dairesi hakkında bir eğitim yazısı talep etmedik. Anayasayı Koruma Dairesi'nin sözde bulgularının siyasi davalarda uygulanmamasını talep ediyoruz. Bunun için çokça nedenler var. Nasyonal Sosyalist Abwehr'in eski bir subayı olan Richard Gerken, kuruluşundan sonra Ofis'e personel alımından sorumluydu. Bu çalışanlardan biri olan eski SS-Hauptsturmführer ve Gestapo üyesi Johannes Strübing, Anayasayı Koruma Dairesi'nde sosyalist avını sorunsuz bir şekilde sürdürdü. Strübing diğerlerinin yanı sıra 1942 yılında Harro Schulze-Boysen ve eşinin infazından da sorumluydu. 1970'lerde Federal Anayasayı Koruma Dairesi, Radikal Kararname çerçevesinde kamu hizmetine başvuranların radikal eğilimlerini kontrol etmekle görevlendirilmişti. Toplam 102 solcu ve görünüşü kurtarmak için 2 sağcı kontrol edildi. 1985 yılında Der Spiegel, solcuların ve hatta liberallerin bile kapsamlı bir şekilde izlendiğini ortaya koyan gizli veri koruma denetim raporunu haberleştirdi. Der Spiegel o dönemde şöyle yazmıştı: "[Anayasayı Koruma Teşkilatı SW/MR'nin] toplama çılgınlığı o kadar ileri gitmiştir ki, sadece temel haklarını kullanan her Alman vatandaşı Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından kaydedilmekten korkmak zorundadır." Diğer şeylerin yanı sıra, 1.700 sendikacı DKP'ye sempati duydukları şüphesiyle izlenmiştir. Anayasayı Koruma Dairesi'nin dosyalarında tüm DGB çalışanlarının, kısmen özel numaralarının da yer aldığı bir telefon rehberi de bulundu. P2 dizini olarak adlandırılan bu dizin, gizli servis tarafından izlenen 10.000 kadar kişiyi kapsıyordu ("Triebhaft nach H 70", Der Spiegel 25/1985, s. 22ff.). 

 

NPD'nin kurucusu Wolfgang Frenz, 1961-1995 yılları arasında Kuzey Ren-Vestfalya'da Anayasayı Koruma Dairesi için çalışmıştır. NPD'nin 1993'ten beri Kuzey Ren-Vestfalya'daki başkanı olan Udo Holtmann da partiyle işbirliği içinde casusluk yapmıştır. Hatta 1978 yılında NPD lideri Martin Mußgnug'un Federal Ofis ile işbirliği yapmak için yazılı onayını bile almıştır. Almanya'daki "Blood and Honour" ağının eski başkanı gizli ajan Stephan Lange'nin durumunda da, onu gizli servis için ilginç kılan şeyin tam da liderlik pozisyonu olduğu açıktır.

 

-Bir dönem NPD'nin eyalet başkan yardımcısı ve "Thüringer Heimatschutz "un (THS) bir kadrosu olan Tino Brandt, Thüringen Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi'nin (TLfV) gizli ajanı olarak 200.000 DM'den fazla para topladı ve bu paraları Neo-Nazi ağının gelişimine yatırdı. Ayrıca yaklaşan ev aramaları konusunda da güvenilir bir şekilde uyarıldı. (Bkz. Lisa Caspari: "Führungslose V-Mann-Führung", Zeit Online v. 28.2.2013, https://www.-zeit.de/politik/deutschland/2013-02/nsu-ausschuss-v-mann-tino-brandt/komplettansicht.) 1994 ve 2001 yılları arasında Brandt hakkında en az 35 ön soruşturma yürütülmüş, bunların çoğu düşmüş ve hiçbiri mahkumiyetle sonuçlanmamıştır.

 

Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın soruşturmaları ve aydınlatmayı engellemesi NSU'nun kendini ifşa etmesiyle son bulmadı. Beate Zschäpe'nin polise teslim olmasından birkaç saat sonra, Federal Anayasayı Koruma Dairesi'ndeki daire başkanı Axel M. (kod adı: Lother Lingen) Thüringen'den muhbirlerin dosyalarını aramaya başladı. Ertesi gün personele Mundlos, Zschäpe ve Böhnhardt ile ilgili belgeleri aramalarını emretti ve ardından bir personele bunları mümkün olan en kısa sürede imha etmesi talimatını verdi. Birkaç gün sonra M. NSU ile ilgili daha fazla dosyayı imha ettirdi. M.'ye karşı açılan ilgili davalar Mart 2018'de durduruldu. (Bkz. Dirk Laabs: "Dosyaların imhasına ilişkin dava para cezasından sonra durduruldu", Die Welt v. 27.3.2018, https://www.welt.de/politik/deutschland/article174944754/NSU-Verfahren-um-Akten-Vernichtung-nach-Geldauflage-eingestellt.html.)

 

- Eyaletlerdeki ve Federal Meclis'teki 13 soruşturma komisyonunda, anayasayı koruma daireleri soruşturmayı defalarca sabote etti: Tanıkların isimleri verilmedi, çalışanlara ifade vermeleri için izin verilmedi, dosyalar zimmete geçirildi ve bazen de sadece yalan söylediler.

 

-Federal Meclis'teki Birinci NSU Araştırma Komisyonu'nun nihai raporunda, Federal Kriminal Dairesi'nin 1997 tarihli bir tez çalışmasına atıfta bulunulmakta ve buna göre "aşırı sağcı çevrelerin bazı eylemleri o kadar kararlı bir şekilde, kısmen de doğrudan Anayasayı Koruma Dairesi kaynakları tarafından organize edilmiştir ki, bu eylemlerin onların katılımı olmadan gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüphelidir". Ve: "Anayasayı Koruma Dairesi'nin koruması altındaki kaynakların, kaynaklar olmaksızın bu biçimde ya da bu ölçekte gerçekleşmeyecek eylemlerin hazırlanmasında lider pozisyonlarda belirleyici bir rol oynadığı tezine ek olarak. Anayasayı Koruma Dairesi'nin koruması altındaki kaynakların, kaynaklar olmadan bu şekilde veya bu ölçekte gerçekleşmeyecek eylemlerin hazırlanmasında öncü rol oynadığı tezine ek olarak, Anayasayı Koruma Dairesi'nin bir yandan çoğunluğu kemikleşmiş aşırı sağcılardan oluşan kaynaklarını önemli ölçüde mali olarak desteklediği, onları idari tedbirlerden koruduğu, onları uyardığı ve engelleme olasılıkları hakkında bilgilendirdiği, diğer yandan da polise hiç bilgi vermediği, yetersiz bilgi verdiği veya gecikmeli bilgi verdiği suçlamaları da yer almaktadır. (Sebastian Edathy vd: "Beschlussempfehlung und Bericht des 2. Untersuchungsausschusses", BTDrs. 17/14600 v. 22.8.2013, s. 218f.)

 

-Yargıç Ingeborg Tepperwien, Anayasayı Koruma Dairesi ile ilgili olarak "devlet makamlarının hukukun üstünlüğüne aykırı davranışlarına ilişkin aşırı bir vakaya" tanıklık etmiştir.

 

-İç istihbarat servisinin tarihi ve pratiği, olayların ve sözde skandalların kuralın istisnası olmadığını, Anayasayı Koruma Dairesi'nin yapısının ve çalışma şeklinin buna göre tasarlandığını göstermektedir. Bu aynı zamanda konunun bir "derin devlet" ya da gizlice faaliyet gösteren bir komplocular çemberi ile ilgili olmadığı anlamına gelmektedir. Aksine, anti-komünizmin ideolojik geleneği, şeffaf olmayan bir operasyonel kültür ve yapısal olarak imkansız demokratik kontrol, NSU kompleksi gibi vakaları her zaman mümkün kılacak tehlikeli bir sistem oluşturmaktadır. Chemnitz'de yabancılar faşist bir güruh tarafından şehrin içinde kovalandığında ve birçoğu yaralandığında, o zamanki yetkili Hans-Georg Maaßen öfkeli vatandaşlardan bahsetmiş ve bu insanlık suçunu küçümsemiştir. 

 

-Bu bağlamda, haklarının ihlal edildiğini düşünen herkese yasal başvuru yolunun açık olduğundan bahsetmek zekamızla alay etmektir. Bize "Biz önlem olarak hak ve özgürlüklerinize saldırıyoruz ama siz istediğiniz zaman buna karşı harekete geçebilirsiniz" deniyor. Nazilerin ve anti-komünistlerin raporlarının anti-faşistlerin ve komünistlerin suçlandığı davalarda kabul edilmemesi talebimiz, takip etmeniz gereken bir taleptir. Eğer bunu yapmazsanız, Anayasayı Koruma Dairesi'nin Nazi geçmişine ve solculara ve anti-faşistlere yönelik sistematik saldırılarına rağmen, bu dairenin sözde bulgularının siyasi davalarda kullanılmasında neden anayasal bir sakınca görmediğinizi Alman halkına açıklamalısınız.

 

4. dijital dosyaların delil olarak kabul edilmemesi

 

Bu bağlamda şunları yazıyorsunuz: "Dijital delillerin veya elektronik belgelerin kabulü sorunu, Alman ceza muhakemesi hukukunda genel soruşturma görevi ve delillerin değerlendirilmesi çerçevesinde karara bağlanır. Resmi soruşturma görevi (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun (StPO) 244. maddesinin 2. fıkrası) ve delillerin serbestçe değerlendirilmesi (StPO'nun 261. maddesi) ilkeleri geçerlidir. Bu ilkelere göre, davanın hakimi öncelikle tüm aklayıcı ve suçlayıcı olguları resen açıklığa kavuşturmalıdır. Bu olgulara ilişkin delillerin değerlendirilmesi de duruşma hakiminin görevidir. Bu nedenle duruşma hakimi hangi delillerin kabul edileceğine re'sen karar vermeli ve bu çerçevede tüm delillerin niteliğine, yani dijital delillerin niteliğine, doğruluğuna ve gerçekliğine karar vermelidir. Bu çerçevede, ceza yargılamalarında dijital delillerin temelden yasal olarak dışlanması söz konusu değildir."

 

-Bu cevap da mevcut yasal durumun açıklanmasından başka bir şey değil. Sizce 100 günü aşkın süredir açlık grevindeyiz ve Almanya'daki yasal düzenlemenin ne olduğunu hiç araştırmadık mı? Tam tersine: kişisel bir görüşmede, dijital dosyaların delil olarak kullanılmasına ilişkin mevcut yasal düzenlemenin ne kadar geri olduğunu ve çağa ve teknolojiye uygun bir düzenlemenin nasıl olabileceği konusunda yetkililerinizi bilgilendirmek istiyoruz. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun delillerin serbestçe değerlendirilmesini düzenleyen 261. maddesi, delillerin değerlendirilmesini tamamen hakimin kontrolüne bırakmaktadır. Bu son derece tartışmalıdır. Bir kere, hakimler dijital bir dosyanın gerçekliğini değerlendirebilecek eğitimli adli bilişim uzmanları değildir. Öte yandan, aralarında Helmut Rüßmann'ın da bulunduğu pek çok akademisyen, ceza davalarında dijital dosyalardan elde edilen delillerin kontrolsüz bir şekilde kullanılması sorununa değinmektedir. Rüßmann, 78-87 yılları arasında Bremen'deki Hansa Yüksek Bölge Mahkemesi'nde ve 89-99 yılları arasında Saarland Yüksek Bölge Mahkemesi'nde yargıç olarak görev yapmıştır. Ayrıca 1987-2012 yılları arasında Saarland Üniversitesi'nde medeni hukuk, medeni usul hukuku ve hukuk felsefesi profesörü olarak görev yapmıştır. Bir bilgisayarda dosyaların işlem süresi ve zamanının titizlikle kaydedilmesine rağmen, bilgisayarın sistem zamanını değiştirmek için basit bir hareketinin yeterli olduğunu söylüyor. Bu nedenle, bir bilgisayarın tarih ve saat bilgilerinin süreçlere dahil edilmesi için yeterince güvenilir olmadığını söylüyor. Teknolojinin mevcut durumuyla, hiç kimse bu olası manipülasyonu tam olarak kavrayamaz. 

 

-Polis yetkilileri arasında Nazi ağlarının açığa çıkmasına ilişkin ülke çapında bir sorun olduğu dikkate alınırsa, 129b davaları için dijital dosyaların işlenmesinden sorumlu olan BKA'daki memurların da bu dosyaları manipüle etmekte çıkarları olabileceği ihtimali vardır. Ayrıca 1959'da Federal Kriminal Dairesi personelinin %48'inin ve 1966'da daire başkanlarının %60'ının NSDAP parti üyesi olduğu biliniyorsa, bir hakimin bu delillere dayanarak herhangi bir mahkumiyet kararı vermeyeceği tamamen göz ardı edilemez. Teorik olarak keyfilik ihtimali, böyle bir prosedürü sorgulamak için yeterli bir sebeptir. 

 

-Faşist rejimle yönetilen bir ülke olarak Türkiye bile, mahkeme süreçlerinde dijital dosyalarla ilgili olarak bu konuda daha ileri bir prosedüre sahiptir. Orada, bir dosyanın kopyası ya olay yerinde ya da ele geçirildikten hemen sonra ve sanığın veya savunmasının huzurunda alınmalıdır. Kopyalama işlemi yalnızca orijinal dosya üzerinde gerçekleştirilebilir. Daha sonra orijinalin iade edilmesi gerekir. Kopyalama işlemi sırasında, dosyaların dijital parmak izi olan bir hash değeri oluşturulur. Bu hash değeri hem iddia makamının hem de savunmanın kullanımına sunulur. Bu, her iki tarafın da dijital dosyaların gerçekliğini kontrol etme ve şüphe durumunda bunlara itiraz etme olanağına sahip olmasını sağlar.

 

Sayın Buschmann. Sizin de açıkça görebileceğiniz üzere, taleplerimiz ders verircesine bir el hareketiyle başka kurumlara havale edilebilecek münferit uyuşmazlıklar değildir. Aksine, sözde anayasal devletinizin derin sorunlarıdır. Bu sorun bir yandan Federal Almanya'nın Nazi Almanya'sının ardılı olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Öte yandan, sizin ve diğer ilgili meslektaşlarınızın bu sorunları bilmesine rağmen aktif bir şekilde mücadele etmeyi reddetmenize de dayanmaktadır. Ancak bu sorunlar sizin ve makamınızın bilgisi dahilinde engellenmeden devam ettiğinden, siz de bu sorunlara azımsanmayacak bir katkıda bulunuyorsunuz. Bu vesileyle, Nazi Reich'ı Adalet Bakanlığı'nın halefi olan Federal Adalet Bakanlığı'nın bizi küçümseyecek bir konumda olmadığını açıkça belirtmek isteriz. Yukarıda da belirtildiği üzere, biz hukuku ve adalet sistemini biliyoruz. Biz hukuki tavsiye değil, yukarıda bahsi geçen sorunlarla ilgili olarak makamınızla görüşmek istiyoruz. Bunu, bugün otoritenizden kaynaklanan bu adaletsizliğe karşı direniş savaşçıları olarak yapmak istiyoruz. Bizler halkın adalet ve açıklık talebini temsil ediyoruz. Yukarıda da görüldüğü üzere, bu meselelerin her birinden sorumlu olan kişi sizsiniz. Bu nedenle sizi bir kez daha bizimle görüşmeye ve taleplerimizi bizimle tartışmaya çağırıyoruz. Ancak bunu yapmayı yine reddetmeniz halinde, Federal Adalet Bakanlığı'nın ve Federal Adalet Bakanı olarak Marco Buschmann'ın endişelerimizi neden bizimle tartışmak istemediğine dair ayrıntılı bir açıklama istiyoruz.

 

Saygılarımızla

Eda Deniz Haydaroğlu

Ilgın Güler

Sevil Sevimli



















Etiketler: ,
[blogger]

Author Name

Halkın Sesi TV

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.